Sonsuzluk, Şimdi ve Burada
Kuzey Amerika deneysel sinemasının kurucularından Michael Snow’un video enstalasyonları ve müzik dinletilerinden oluşan Solo Snow isimli bir sergi 18 Ocak - 25 Şubat tarihlerinde Aksanat’ta sergilendi. Bu ‘İstanbul için büyük’ adım neredeyse sessiz sedasız geçmiş gitmiş oldu maalesef. Halbuki Michael Snow’un işleri o kadar güzel, o kadar candan, o kadar dahiyane ki!
Kendi deyimiyle ‘çok da eskiden doğmamış olan’ (1) (1929, Toronto) Michael Snow, birçok medyada çalışan bir sanatçı: film, müzik, resim, video, ses enstalasyonu, fotoğraf, holografi, kitap, heykel ve çizim. Zaten etkilendiği sanatçılar listesi de bunun bir yansıması sanırım: Duke Ellington, Piet Mondrian, Hollis Frampton, John Cage, Jan Vermeer, Ernie Gehr, Bach, vs.
Wavelength
1967'de yaptığı Wavelength, deneysel sinemaya azıcık yer veren kitaplarda bile yer bulan nadir deneysel filmlerden. Film, bir odanın içinde 45 dakika süren ve sonunda duvardaki dalga fotoğrafına odaklanan bir zoomdan oluşuyor. Bu 45 dakika içinde odaya bir kitaplık taşınıyor, bir adam giriyor, yere düşüp ölüyor, sonra evin sahibi olduğu anlaşılan bir kadın içeri giriyor, telefonda Richard isimli birine yerde ölü bir adamın yattığını anlatıyor, vs. Yani kurmaca bir yönü de olduğu söylenebilir filmin. Ama o sürekli devam eden zoom nedeniyle herşeyden önce izlediğimiz filmin bir film olma özelliğine odaklanıyoruz. Snow’un kendisi ise bu filmi ‘sinir sistemimin, dini sezilerimin ve estetik fikirlerimin bir özeti’ (2) veya bir ‘zaman anıtı’ (3) olarak tanımlıyor. ‘Renkli ışığın düz bir yüzeyde yansıması. Materyellerim: ışık ve zaman. Ve üç boyut illüzyonu...’ (4)
Bu ‘üç boyut illüzyonu’ konusunda bir röportajında Snow, Cézanne’ı örnek gösteriyor. Cézanne’ı dış gerçekliği algılayışımızın öznelliğini temsil edilenden de daha fazla öne çıkarması nedeniyle önemli buluyor Snow. (5) Birşeyin temsilini yapmaktansa kendisi bir ‘şey’ olan sanata önem veriyor.
Michael Snow, Wavelength’ten sonra diğer sanat dallarında eserler vermeye devam ederken sinemanın doğasına dair araştırmaları da devam ediyor. Yönetmenin diğer önemli filmlerinden bazıları: La Région Centrale (1971), Rameau's Nephew by Diderot (Thanx to Dennis Young) by Wilma Schoen (1974), So Is This (1982), Corpus Callosum (2002)
Solo Snow
Aksanat’ta, galerilerde sergilenmek için yaptığı videolardan altı tanesi bulunuyordu. Aynı filmlerinde olduğu gibi video enstalasyonlarında da Michael Snow, kavramsal olanı biçim olarak da güzel olan ve bu ikisinin birbirinden ayrılamayacağı müthiş bir potada eritiyor. Bu eserlere bakarken aklımızdan binbir düşünce geçiyor ama aynı zamanda da o anda bakmakta olduğumuz şeye odaklanıyoruz. Yani 'burada', 'şimdi' olan ve deneyimi yaşayan kişinin o anda yaşamakta olduğu deneyime çok önem veren eserler bunlar. Belki de Snow’un işlerini güncel sanat dünyasında gördüğümüz birçok kavramsal işten ayıran da bu: kavramsal olanın duyusal olan ile beraber işlemesi. Zaten kendi yaptıklarını ‘duyusal felsefe’ olarak niteleyen bir sanatçıdan da bunu beklemek gerek sanırım. Neredeyse tüm eserlerinin derinliklerine işleyen mizah ise ekmek kadayıfının üzerindeki kaymak gibi.
Aksanat’taki videolardan That/Cela/Dat (2002), bir anlamda So Is This’in video enstalasyonu versiyonu. Her ikisi de, neredeyse sadece kelimelerin tek tek ekrana yansımasından oluşan cümleler ile ‘yazar’ın izleyiciye konuştuğu eserler. Ama sinemada film izleme deneyiminden bahseden So Is This’ten farklı olarak, bu sefer bir galeride bir işe bakıyor olma deneyimi üzerine konuşuyor ‘yazar’. Ve yine ‘bu’ kelimesi üzerine düşünmeye itiyor bizi. Bir şey hakkında ‘bu’ dediğimiz zaman ‘bu’ kelimesini mi ifade ediyoruz, yoksa ‘bu’ kelimesi ile ifade etmeye çalıştığımız nesneyi mi? Böyle bir eserde ‘bu’ kelimesi ekranda göründüğü zaman ekranda ışığın bir yansımasından mı bahsediyoruz, ışığın yansıdığı zeminden mi? Ya da metnin o anda gönderme yaptığı şeylerden mi? Hepsinden mi?
Burada da video bize ‘şimdi’ ve ‘burada’ olanı unutturmuyor. Örneğin o anda galeride olduğunu varsaydığı ‘güzel bir kız’a bakmamızı öneriyor, veya galerideki diğer eserlerin de ‘iyi olup olmadığını’ soruyor ve en sonunda da bize The Wizard of Oz’un ünlü şarkısına hep bir ağızdan karaoke yapmamızı öneriyor: ‘some-where o-ver the rain-bow skies are blue’. Bunu yaptıktan sonra kelime kelime sorduğu soru ise oldukça çarpıcı: ‘Bu kelimeleri okurken zihninizde kimin sesini duydunuz?’ Ve bu sorunun doğal yansıması: ‘Yazar’ kim? Michael Snow mu? Bir birey olarak izleyici mi? Veya hepimizin bunları okurken hayalini kurmaya çalıştığı kolektif bir izleyici mi var? Bir sanat eserine bakarken bir birey miyiz biz?
That/Cela/Dat’i birçok benzer soruları sorduran kavramsal sanat eserinden ayıran bu kelimelerin ekranda görünürkenki ritmi. Hepimizin konuşma ritmi farklı değil mi sonuçta? Aynı kelimeler ekranda farklı bir ritmde görünse farklı bir his yaşamayacak mıyız? Bir film veya video izlerken eserin manası, ritminden bağımsız düşünülebilir mi? Bach’ın veya Rameau’nun müzikte belirlediği yüksek standartlara yeltenebilecek kadar güzel bir ritm Snow’unki. Müzik gibi kendi başına bir ‘şey’.
Sergideki diğer işlerden, SHORT STORY veya SSHTOORRTY (2005), gerçek anlamda kurmaca bir film. Genç bir adam elinde Michael Snow’un stilinin bir parodisi olarak görülebilecek soyut bir tabloyla bir eve geliyor, onu güzel bir kadın karşılıyor, kadının kocası adamı karısıyla yatmakla suçlayıp yüzüne elindeki viskiyi boşaltıyor, bunun üzerine de genç adam elindeki resmi adamın kafasına geçirip kadından özür dileyerek evi terkediyor. Bu gayet gayri-ciddi olay örgüsünü garipleştiren (ve kurmacadan uzaklaştıran) şey ise hikayenin ilk bölümü ile ikinci bölümünün süperimpoze olarak beraber oynaması. Yani videonun iki bölümünü de aynı anda izliyoruz. Snow, SSHTOORRTY’yi ‘Hareketli bir resim hakkında hareketli bir resim’ (6) olarak tanımlıyor: “Renklerin hareketli bir şekilde birbirine girmesi beni çok ilgilendiriyordu. Mekan ve kostümlerdeki renkleri de aralarındaki ilişkilerin nasıl olacağını tahmin etmeye çalışarak seçtim. Bu ‘görüntülü’ bir iş ve benim için birşeye o anda bakıyor olmanın deneyimi, izleyicileri 'başka dünyalara' götürmekten çok daha önemli.” (7)
Son olarak, sergideki eserlerden Piano Sculpture (2009), bir odanın içindeki dört duvara yansıtılan görüntülerden oluşuyor. Her dört videoda Michael Snow’un kendisi piyano çalıyor. Biz sanatçının ellerini ve kuyruklu piyanoları görüyoruz. Görüntülerin yansıtıldığı duvarların ortasında birer de hoparlör var ve aslında görüntülerin bir bölümü de bu hoparlörlerin üstüne yansıtılmış oluyor. İlk başta bu dört videoda Michael Snow’un piyanoyla doğaçlamalarının hepsini senkron olarak dinliyoruz. Yani tam bir kakafoni. Sonra bu kakafoni yerine senkron olmayan ve sadece bir piyanodan gelen sesler duymaya başlıyoruz. Tüm bu süreç boyunca Eytan İpeker’in Küçük Sinemalar’da (8) anlattığı gibi kurgusunu kendimizin yaptığı neredeyse uçsuz bucaksız bir eserin karşısındayız. Ve sürekli olarak duyma ve görme yetilerimizin birbirini nasıl da derinden etkilediğini, hatta birbirinden bağımsız düşünülemeyeceğini hissediyoruz. Yavaş yavaş insan bu sonsuzluğun içinde kayboluyor ve bu kadar sınırlı görünen bir iş insana evreni de aynı bu şekilde algılama arzusu veriyor.
1 http://www.mayastendhalgallery.com/vital_signs_bios_snow.html
2 Film Culture, Sayı 46, Ekim 1968
3 The Collected Writings of Michael Snow, Wilfrid Laurier University Press, 1994, 43
4 The Collected Writings of Michael Snow, Wilfrid Laurier University Press, 1994, 74
5 The Collected Writings of Michael Snow, Wilfrid Laurier University Press, 1994, 45
6 Sergideki açıklamadan
7 http://canyoncinema.com/catalog/film/?i=4135
8 http://kucuksinemalar.blogspot.com.tr/2012/02/akbank-sanat-galerisinde-michael-snow.html
9 On the Camera Arts and Consecutive Matters: The Writings of Hollis Frampton, MIT Press, 2009, 190
1 yorum:
şahane bir yazı olmuş ellerinize sağlık
Yorum Gönder