29 Mart 2011 Salı

Ankara Film Festivali 2011


Ankara-İstanbul hızlı treninden cep telefonuyla yazmaya başladım bu satırları. Ankara Film Festivali dönüşündeyim. Bitirdiğim noktada bilgisayarda editlemiş olucam ama tabi... Tüm bilgiler kafamda diil ve bi de embed etmem gereken çok önemli bir video var.

Herşeyden önce Ankaralı sinemasever tayfasıyla yaptığımız müthiş sohbetleri anmadan son birkaç günden bahsetmem çok ayıp olur diye düşünüyorum. Ama ne konuştuğumuzu yazmıycam, o da bize kalsın, siz de gelseydiniz siz de katılsaydınız... Kıvanç, Serra, Ezgi ve Sinan'a teşekkürler...

Festivalin deneysel bilinci Ege Berensel sayesinde son derece kuvvetli... Daha ilk günümde içinde 2-3 tane gayet iyi videonun olduğu bir Arap Video Sanatı seçkisi izledim mesela. Seçkideki en aklımda kalan ise Basma Alsharif'in We Began By Measuring Distance / Mesafe Ölçmeğe Başladık videosu. Hem mizahı, hem zekası, hem de şiirsel görüntüleriyle gerçekten de güzel bir şiirsel-politik deneysel sinema örneğiydi bence. Daha sonra yorgunluktan çoğunda uyukladığım Matthias Müller gösterimi ve sonra da orada bizzat bulunan Müller'in buluntu film (found footage) üzerine güzel konuşması. Matthias, en büyük idolü olarak Bruce Conner'ı andı, Joseph Cornell'den bahsetti, Stan Brakhage'ın Murder Psalm'ı için 'en sevdiğim 10 filmden biri' dedi ve buluntu film sinemasının günümüzde geldiği aşırı ironik noktadan hiç memnun olmadığını söyleyerek benim kalbimi gerçekten kazanmış oldu. Herhangi bir festival standartında hiç de fena bi başlangıç diildi yani Ankaradaki ilk birkaç saat.

Onun dışında Ankara'da geçirdiğim üç günde bol bol kısa film (yarışmadakilerin hepsini) ve dört belgesel izledim. Belgesellerden sinema adına en çok beğendiğim Erdem Murat Çeliker'in Herkes Uyurken'i. Hem teknik olarak gördüğüm en iyi Türk belgesellerinden, hem de anlattığı karakter/hikayenin karmaşıklığına mesafeli saygısı bana ve salondaki herkese güzel bir 'helal olsun' dedirtti gerçekten.

Kısalar arasında, ve hatta festivalde izlediğim tüm filmler arasında izlediğim en iyi film, belki de açık ara, Eytan İpeker isimli bir adamın nerdeyse korkunç çağrışımlar içeren Nothing / Yok filmi oldu. Festivaldeki arkadaşlardan biriyle de konuşurken dediğim üzere, rakı gibi, viski gibi, belki alışması kolay olmayabilecek, ama alıştığın ve hisettiğin noktada büyük keyifler alabildiğin bir tat. Doku, ritm, vs. kaygılı ve sırtını sinema tarihinden de geriye belki de Bach'a kadar dayayan türden minimalist bişi. Işıkları kapatın, ekranı büyütün ve izleyin:





Bunun dışında da, gördüğüm kısa filmler arasında ikinci en çok beğendiğim, Semih Kaplanoğlu sinemasına bilinçli veya bilinçsiz bir saygı duruşu niteliğini güzelce taşıyan Burak Çevik ve Kutay Denizler'in Beklerken filmi... Ayrıca Beklerken, bu festivalde gördüğüm filmler arasında tek hatırı sayılır eksiltiyi (ingilizcesiyle 'ellipsis') içeren filmdi. Ölüm, hayat, belgesel, kurmaca gibi şeylerin güzel bir karışımı. Tek beni rahatsız eden şey oyunculuğun yapmacıklığı oldu, hatta o yan hikayeye ('oğul niye gelmiyor, aramıyor, sormuyor?') ihtiyaç var mıydı pek bilemedim doğrusu... Olsun, Burak ve Kutay'ı tebrik ediyorum...

Son olarak da kapanış töreninde gösterilen çok yönlü politik duruşların beni inanılmaz derecede umutlandırdığını söylemek istiyorum. Ertesi gün hayatımda ilk defa TBMM'yi gezerken (ki çok keyifliydi, tavsiye ederim) başım daha bir dik, ellerim daha bir cebimde dolaşmamı sağladı...